”Her yıl tahminen 128 milyar kase Kellogg’s gevreği yüz milyonlarca aç mideyi doyuruyor. Hem Kellogg’s kutusunun üzerinde hem de reklamlarda ellerinde kaşıkla sırıtarak bakan neşeli çizgi karakterler ,markayla özdeşleşmiştir. Bu karakterlerin hiçbirisi ;asi bir Yedi Gün Adventisti ,ayrıca sağlıklı yaşam düşkünü ve seksle ilgili her şeyden hastalıklı bir düzeyde nefret eden kurucu ataları John Harvey Kellogg’a benzemez. Erkek çocukları mastürbasyon yapmaktan vazgeçireceğine inandığı için sünnetin evrensel olmasını savunan Kellogg , 1886’da kurduğu Battle Creek Sanatoryumu adlı vejeteryan ”sağlıklı yaşam ”rehabilitasyon merkezinde , hastalarının arzularını köreltmek amacıyla özel olarak bir dizi kahvaltılık icat etmişti. Kahvaltılık gevreklerin lezzetsiz olması özellikle amaçlanmıştı.J.H.Kellogg baharatlı ,zengin ve tatlı yiyeceklerin istenmeyen cinsel arzuları harekete geçirirken ,sade olanlarınsa yatıştıracağına inanıyordu.1895’de patentini aldığı mısır gevreğini geliştirirken de özellikle cinsel arzuyu yok etmesini amaçlamıştı.Hastalar çıtır gevrekleri sevmişti. Gevreklerin tüm dünyada tanınan bir markaya dönüşmesi ,evlat edindiği oğullarından birine , babasının bağnaz düşüncelerini paylaşmayan W.Kellogg’a düştü. Babasının tariflerine biraz şeker ekledi ve 1906’da seri üretime başladı. Pazarlama kampanyası da biraz şekerliydi. Yaptığı ilk büyük reklam kampanyasında genç erkeklerin marketlerdeki güzel satıcılara manalı bir şekilde göz kırpmaları için yüreklendirirerek ,ürünün müşterilerin cinsel arzularını dizginlediği yönündeki yerleşmiş düşünceleri yok etmeyi amaçladı” şeklinde aktarıyor J.Suzman.
Bugün market raflarında gördüğümüz global bir gıda markasının hikayesinden bir kesit sadece .İşin kökeninin nereye dayandığı ve hangi amaç/amaçlar güdülerek ortaya çıktığını düşünmemiz adına bir bakıma.
Endüstriyel tüketiminin yaygınlaşmasının önünde önemli engellerden birisi özellikle nitelikli restoranların ambalajlı ürünleri mümkün olduğu kadar mutfaklarına yaklaştırmamaları elbette. Kendi üretim zincirlerini oluşturup, geliştirip koruyarak gelecek nesillere elle tutulur bir şeyler bırakmaları mühim konu.
Bu düşüncelerimiz doğrultusunda seçimler yapıyoruz bizlerde. Et ve peynir sürecinin bir kısmını kendilerinin işleyerek sürdüğü restoranlardan birisi olan Restoran Niagara’dayız.
1991 yılında kurulan işletme Arnavut bir aile tarafından işletiliyor. Daha çok şarküteri, peynir ve tandır ağırlıklı bir mutfağa sahip. Nehir kenarında huzurlu bir müessese.
Öncelikli olarak kuru et(çemensiz pastırmaya benzettim), yerel peynir çeşitlerinden oluşan oldukça lezzetli bir tabak ile başlıyoruz. Kurutularak olgunlaştırılan etin dokusu ve inceliği kıvamında. Hoş tatlı bir kokusu var. Tek tip bir kırmızı renge sahip. Üretim sürecinin en az 10 ay olduğunu düşünüyorum.
Keçi peynir eritmesi tadı dolgun ,tuz oranı son derece dengeli ve aroması olağanüstü gerçekten.
Kuzu ve dana tandırı birlikte sipariş ediyoruz. Cordon blue sos orta düzeyde. Patates püresi lezzetsiz. Tabaklama epey basit. Uzun ve düşük derecede piştiği belli. Dışı çıtır çıtır. İçi yumuşak. Su takviyesi iyi. En önemlisi et kaliteli.
Fakat bir tabakta servis edilen etin içerisi nerede ise hiç pişmemişti. Konuyu paylaştıktan sonra belirli kıvamda pişirip yeniden masamıza getirdiler.
Tatlı olarak trileçe sipariş ediyoruz. Özü bir Balkan tatlısı olan hoş lezzet inek, keçi ve manda sütü ile hazırlanmış. Hafifliği ,kullanılan şeker oranı ve süt bileşenlerinin kaliteli. Bugüne kadar yediklerim arasında en iyisi diyebilirim.
”Bir sanatçı başkalarının ne istediğini fark edip talebi sağlamaya çalıştığı an sanatçı olmaktan vazgeçer”der O.Wilde.
Niagara restoran bu anlamda başkalarının talebini karşılamaya çalışmayan işletmelerden. Turistik olmakla beraber lokal dokuyu da birçok yönden muhafaza eden işletmede fiyatlar Avrupa ülkelerine göre makul düzeyde.
Bu ülke sınırlarında iseniz uğrayabilirsiniz
Afiyet olsun
This entry was posted in Uncategorized